7 Haziran 2013 Cuma

15-Prof.Dr.M.Kerem Doksat: BU AKŞAMDAN SONRASI


Prof.Dr.M.Kerem Doksat: BU AKŞAMDAN SONRASI

06 Haziran 2013

Fethullah Gülen, 10′ncu gününe giren Gezi Parkı eylemleriyle ilgili geçtiğimiz günlerde yayınladığı mesajında polisin tavrını eleştirmiş ve "zulme zulümle karşılık verme" demişti.
Bugün de "hafife almayın.
Yangın küçükken onu söndürmeye bakın.
Bir karınca istilâsına mâruz kalmışsanız, karınca deyip geçmeyin.
Çok defa onları hafife aldık.
'Bir avuç' dedik onlara…

Onlara acımak lazım, şefkat etmek lâzım" diye buyurdu.

Devamında da "mes'ele dipten ele alınmazsa, nesillerin ıslahıyla işe başlanmazsa, o nesillere, o mâsum nesillere, ruh ve mânâ köklerinden akıp gelen şeyler tanıttırılmaz, duyurulmaz, ruhlarına içirilmezse, beyinleri onların elden geçirilmezse, nöronlarına onların yeni bir adabu erkân tâlim edilmezse, bu azgınlıklar devam eder.
Problemimiz nedir bizim?
Bu nasıl giderilir, nasıl tamir edilir.
Acaba kabahat bu mes'elelere karşı umursamazlık içinde bakan, her şeyi hafife alan, "şuydu, buydu" deyip geçiştirende mi?
Yoksa sokakları bir yönüyle hârp meydanlarına çeviren insanlarda mı?
Veya bütün bunların kabahati sistemde mi?
Bizim iyi nesiller yetiştiremeyişimizde mi?
Onlara yürekten sâhip çıkamayışımızda mı?
O zaman sistemin gözden geçirilmesi lâzım.

Bu kısalttığım sözlerin özeti şudur:
"Artık, dövmeyin bunları yoksa mübarek hurmayı fazla kaçıracağız.
Beyinlerini yıkamaya devam edin"
!

Peki, Başbakan iki gün önce ne dedi?

"Diğer yüzde elliyi zor tutuyoruz…
Onlar bin yürüyorsa biz on bin yürürüz.
Oy verenler ve vermeyenlerin başbakanıyım, her içki içen alkoliktir"
vs.

En son olarak da "Topçu Kışlası yapılacak", AKM yıkılıp dev bir opera binası yapılacak" dedi.
Hükûmetin kalan kesiminden "gaz alıcı" beyanlarla alay etti.
Her şey hukuk dairesinde yürüyor buyurdu.

Borsa düştü, turizm ve kredibilitemiz gümbür gümbür patladı.

Birkaç saat sonra Türkiye'ye dönecek, bundan kuşkum pek kalmadı.
Aslında çok da fark etmeyecek çünkü durmuyor, duramıyor, duramayacak!

Araya karışan paramiliter AKP yandaşlarına, halkına işkence eden polise sâhip çıktı ve belli ki Pennsylvania ile de uyum hâlinde akort tutturmuş.

***

Aklıma Muhammed Rıza Şah Pehlevî geldi, 1941′den ülkesini terk ettiği 1979′a kadar tahtta kalan, Batı yanlısı bir dış politika takip eden Pehlevî, İran'ın son monarşik lideriydi.
İkinci Dünya Hârbi akabinde petrol yataklarının yabancı şirketlere açma politikası, Muhammed Musaddık önderliğinde güçlü bir milliyetçi hareketin doğmasına yol açtı.
1951 Mart ayında de Anglo-Persian Oil Company'nin (AIOC) İran'daki mal varlığını millîleştirmeye ilişkin bir yasayı Meclis'ten geçirmeyi başaran Muhammed Musaddık hızla güçlenmeye başladı.
Nisan ayı sonunda Muhammed Rıza Şah, onu başbakanlığa atamak zorunda kaldı.
1953 Ağustos'undaki Musaddık'ı başbakanlıktan uzaklaştırma girişimi boşa çıktıktan sonra İran'dan kaçtı.
Ancak kısa süre sonra güç dengesi ABD desteğiyle Şah'ın lehine değişti.
ABD'nin desteklediği Musaddık karşıtlarının yarattığı karışıklıkların ardından geri dönerek yeniden iktidarı devraldı ve Musaddık tutuklandı; buna Ajax Operasyonu dendi.
Ardından, Musaddık'ın millîleştirme politikasına son verdi ve bir dizi antlaşma imzaladı.
Batı'yla ekonomik ve siyasî işbirliğini artırmaya özen gösterdi.
1955′te İran'ın Bağdat Paktı'na katılma kararını aldı.
1957'de CIA destekli gizli polis örgütü SAVAK'ı kurdurdu.

Muhammed Rıza Şah Pehlevî

Batı'dan aldığı destekle konumunu pekiştirdikten sonra, 1961′de Meclis'i de dağıtarak bütün yetkileri elinde toplayan Muhammed Rıza, 1963′te, büyük toprak sâhiplerinin ve Şiî din adamlarının gücünü kırmak amacıyla, ABD desteğiyle Beyaz İhtilâl adını verdiği bir millî kalkınma programı uygulamaya girişti.
Toprak sâhiplerinin sanayi kuruluşlarına ortak olması karşılığında, devletleştirilen araziler parçalanarak köylülere dağıtıldı.
Ayrıca hava, kara ve demir yolları ağının genişletilmesini, bir dizi baraj ve sulama projesini, sıtma gibi hastalıkların kökünün kazınmasını, sanayinin geliştirilmesini ve toprak reformunu kapsayan bu programla birlikte kırsal alanlara sağlık ve eğitim hizmetlerini götürecek bir örgütlenmeyi başlattı.
Beyaz İhtilâl'in mutlak hedefi kapitalizmin oluşması için "bazargan" adı verilen ve geleneksel olarak İran'ın siyasî, toplumsal hayatında büyük önem taşıyan küçük ve orta sınıf esnafın sistem dışı bırakılarak; zenginlerin sanayi yatırımlarına yönlendirilmesiydi.
Beyaz İhtilâl kırsal kesimde mülkiyet yapısını değiştirdiyse de, tarımsal üretimde beklenen atılımı yaratamadı.
İran Millî Petrol Şirketi'nin çokuluslu bir Batı konsorsiyumuyla (iki veya daha fazla işletmenin ortak bir amacı gerçekleştirmek için gerekli olan finansman konusunda geçici olarak yaptıkları işbirliğidir.
Projenin gerçekleşmesinden sonra yapılan bu işbirliği geçerliliğini kaybetmektedir.
Elde edilen kar ise işletmeler arası bölüşülür).
işbirliği yaparak yürüttüğü çalışmalar petrol ve petrokimya sanayilerinde önemli bir gelişme sağladı.
Petrolden elde edilen yüksek gelir değişik sanayi alanlarında büyük çaplı yatırımlara ve çok büyük askerî harcamalara (Batılı devletlerden, özellikle ABD'den çok gelişmiş silâhların satın alınması) imkân verdi.

Dış politikada ABD doğrultusunda bir çizgi izlemekle birlikte, başka ülkelerle de ticarî ve kültürel ilişkilerin geliştiren İran, Merkezî Antlaşma Teşkilâtı (CENTO) ve Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği (RCD) gibi kuruluşlarda da önemli bir rol üstlendi.
Yemen İç Hâbi'nde cumhuriyetçilere karşı kraliyet taraftarlarına destek verdi.
1971′de, Basra Körfezi'ndeki bâzı adalar üzerinde hak talep edip işgâl etmesi, Körfez Emirlikleri ile gerginlik yaşanmasına sebep oldu.
İran Ordusu, bölgede giderek artan bir şekilde Batılılar'ın çıkarları yönünde jandarma rolünü oynadı.
1960′larda ve 1970′lerde daha bağımsız bir dış politikaya yönelerek SSCB ve Doğu Bloku ülkeleriyle de iyi ilişkiler kurdu.
Petrol sahaları ve Şatt-ül-Arap su yolu sebebiyle Irak ile yaşadığı sorunu bu ülkedeki Kürt ayrılıkçıları destekleyerek çözmeye çalıştı.
Muhammed Rıza Şah iktidarı sırasında İran, Türkiye ile beraber İsrail'i tanıyan iki Müslüman ülkeden biriydi.
1967′de Şehinşâh (Kralların Kralı) unvanını aldı ve 1971'de Pers İmparatorluğu'nun 2.500.yıldönümü kutlamak üzere bir tören düzenledi.
Bu törende İran tarihinde yeni bir uygulama başlatarak, karısı Farah Diba'ya imparatoriçe (Şahbânu) tâcı giydirdi.
1975′te çok partili siyasî yapıyı ortadan kaldırarak Rastahiz (Diriliş) Partisi'ni tek yasal parti ilân etti.

Modernleşme programını otoriter ve baskıcı bir yönetimle yürüten ve rejime karşı her türlü muhalefeti acımasızca bastıran Muhammed Rıza, kırsal kesimdeki hoşnutsuzlukları gideremediği gibi, kentleşmenin yarattığı yeni sorunların da üstesinden gelemedi.
1970'lerin başında yaşanan petrol kriziyle İran'ın kasaları dolmasına rağmen, kırsal bölgeden şehirlere olan yoğun göç şehirlerde büyük bir işsiz kitlesi ortaya çıktı.
İşsizlik ve hayat pahalılığını azaltmaya yönelik alınan sert tedbirler, toplumdaki genel hoşnutsuzluğu ticaret ve sanayi çevrelerine de yaydı.
Beyaz İhtilâl reformlarını yetersiz bulan ve yavaş uygulanmasından şikâyet eden liberal (öğrenciler, aydınlar, ticaret burjuvazisi) ve solcu (işçiler, Tudeh, Marksist-Leninist Halkın Mücâhitleri Örgütü) çevrelerin yanı sıra, Batılılaşmanın İslâm'a karşı olduğunu savunan dinî çevrelerin tepkileriyle karşılaştı.
Bunlar dışında baskıcı yönetim tarzı, hükûmetteki yolsuzluklar, petrol ihrâcından sağlanan gelirlerin dengesiz dağılımı ve bir korku figürü sayılan siyasî polis örgütü SAVAK'ın uygulamalarından dolayı, doğrudan Muhammed Rıza Pehlevî'yi hedef alan bir muhalefet de gelişti.
Büyük ölçüde yeraltına geçen muhalefeti sindirmek için başvurduğu baskıcı yöntemler içeride ve dışarıda şahlık rejimi karşıtı güçlü bir birikim yarattı.

Şah yönetiminin 1977′de baskıları bir ölçüde yumuşatmasıyla başlayan açık siyasî faaliyetler ve protesto gösterileri ertesi yıl yaygınlaşarak kitlesel bir karakter kazandı.
Bu sırada İran Şiiliği, millî kimliğin dinî alanda ortaya çıkışı olarak yavaş yavaş kendini gösterdi.
Radikal dinci çevreler, halkın toplumsal adaletsizliklere, despotluğa ve yabancı egemenliğine karşı mücadeleye çağırarak muhalefeti bir araya toplamayı başardılar.
Şiî din adamları arasında on binlerce molla, dinî muhalefeti etkili bir örgütlenmeye kavuşturdu.
Ayrıca, Devrimci İslâmiyet anlayışını yaymaya çalışan Halkın Mücâhitleri Örgütü yönetiminde gerilla hareketi gelişti.
1978 Ocak ayında on beş yıl önce İran'dan sürülen Şii topluluğun rûhanî önderi Rûhullah Humeynî'ye karşı hakaret dolu bir makalenin neşredilmesi, Kum kentinde bir protesto yürüyüşüne yol açtı.
SAVAK kalabalığa ateş açarak, yaklaşık yüz kişinin ölümüne sebep oldu (9 Ocak).
Bu olaydan sonra gittikçe daha fazla protestocuyu bir araya getiren gösteriler belli aralıklarla tekrarlandı (her kırk günde bir, Şiîlerin yas süresi).
Büyük kitle gösterilerinin ülke ekonomisini felç etmesiyle yeniden sertleşen yönetim 8 Eylül 1978'de büyük kentlerde sıkıyönetim ilân etti.
Kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen, gösteriler durmadı.
Toplumda geniş destek bulan muhalefet, 1964′te sürgün edildikten sonra önce Irak'ta, ardından Fransa'da Radikal İslâmcı hareketi yöneten Âyetullah Rûhullah Humeynî çevresinde toplandı.

Muhammed Rıza, reform vaatlerinde bulunarak ve ılımlı muhalefete açılarak rejimi kurtarmaya çalıştı; 1979 Ocak ayında bu muhalefetin temsilcilerinden Şahpur Bahtiyar başbakan olmayı kabûl etti ama bu girişim, artık monarşi rejimiyle her tür uzlaşmayı reddeden bütün muhalefet tarafından kınandı.
Durumunun ümitsizliğini gören Muhammed Rıza, 16 Ocak 1979′da kesin olarak ülkeyi terk etti; Şahpur Bahtiyar'ın muhalefetle uzlaşma çabaları da sonuçsuz kaldı.
Humeynî'nin 1 Şubat 1979'da ülke dönüşüyle, son direnci de yıkılan Şahlık Rejimi çöktü.
1 Nisan 1979′da yapılan referandumla İran İslâm Cumhuriyeti ilân edildi.
Bu arada Mart ayında yeni rejim tarafından gıyâbî olarak idam cezasına çarptırıldı.
Bir süre Mısır'da, Fas'ta, Bahamalar'da ve Meksika'da kalan Şah, yakalandığı pankreas kanserinin tedavisi için 22 Ekim 1979′da ABD'ye gitti.
İki hafta sonra İran'da hükûmetten destek alan militan gruplar ABD Büyükelçiliği'ni basarak 50′den fazla Amerikalı'yı rehin aldılar ve rehinelere karşılık Muhammed Rıza Pehlevî'nin İran'a iâde edilmesini istediler.
Bu isteğin kabûl edilmemesine mukabil, ABD'den de ayrılarak Panama'ya giden Şah, Enver Sedat'ın çağrısı üzerine Kahire'ye geçti ve orada da öldü (1980).

http://www.youtube.com/watch?v=oij99bDBoOY

Şah'ın devrilmesinden sonra ise iktidara yükselen Ayetullah Humeynî, muhalif liderleri ve grupları ortadan kaldırdı veya sindirdi.
Muhammed Rıza Şah'ın İran'ın ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen tarım politikaları kırsal bölgeden Tahran'a göçü hızlandırmış ve büyük kentlerde siyasî İslâm'a yönelen bir alt sınıf yaratmıştır.
İran Devrimi'nin oluşumunda Amerika'nın İnsan Hakları Politikası ivmeyi arttırıcı bir rol oynamıştır.

Aydınlar yayınladıkları açık mektuplarla demokratikleşme isteklerini belirtirken, ABD'nin de bu süreçte Şah'a baskı yapacağını düşünmekteydiler.
Devrim sürecinde farklı gruplar Şah'ı devirme amacıyla birleşmiş, Radikal Radikal İslâmcılar bu süreç içinde güçlenerek devrimi bir İslâm Devrimi'ne ve demokrasi sloganıyla solcu, muhafazakâr, aydın grup ve halkı birleştirerek zafere ulaştıkları diğer grupları saf dışı bırakarak sonunda dünyânın en acımasız diktatörlüklerinden birine dönüştürmüşlerdi.

Yâni dinî devrim, önce kendi evlâtları olan liberalleri, komünistleri ve bölücü Kürtçü işbirlikçileri harcadı; çoğunun kellesi son derecede vahşiyâne yöntemlerle, işkence edilerek kesildi!

Ahlâk da bu yozlaşmadan nasibini aldı…

http://www.youtube.com/watch?v=K8y7VNL-FhU

http://www.youtube.com/watch?v=c2y8i7ksKgs

http://www.youtube.com/watch?v=HWYdOgzrxoM

http://www.youtube.com/watch?v=KSrngN05cfA

Homoseksüel olduğu için idam edilen İranlılar.

http://www.youtube.com/watch?v=jrisHkdflag

Bu da Suriye Özgürlük Ordusu'nun marifeti!

Recmedilen bir kadın!

Bugün, bütün muhalefete rağmen, hâlâ bu Kleptokratik (bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması demektir ve kısaca hırsızlar rejimi anlamına gelir) ve Klerikal Faşizm sürmektedir.
Onlar da ayrılıkçı Kürt'leri, PKK'nın isim değiştirmiş gruplarını kendi menfaatleri için bizim aleyhimize kullanmaktadırlar.

Önceki makalemde belirtmiştim: Malûm, klerikal "dinsel" demek.
AKP geri adım atmış gibi yapmaktadır ve "Taksim'i vatandaşa bıraktık" havasını yayıyor.
Hâlbuki oraya giden herkesin kaydını yaptılar, kimliklerini belirlediler.
Eğer bu gece veya yarın bir polis operasyonu daha olursa, şimdiden başlamadan biten bütün turistik yatırımlar, Moody's veya benzeri kurumların verdiği artılar iyice güme gidecektir.

Biz, bu memlekette, bunu da gördük!

***

Eğer ibret alsaydı, antidemokratik baskılar, polis ve terör iç içe girmeseydi, Şah gene de kaybeder miydi?

Muhtemelen "evet".

Çünkü o memleketini Batı'ya peşkeş çekmiş, narsisizmi hâttâ megalomanisi altında fena hâlde ezilerek, kendi sonunu hazırlamıştı.
Milliyetçiliği de esasında müstevli ve saldırgancaydı; sâhici değildi.

Hâlbuki bizim milliyetçiliğimiz/ulusçuluğumuz, Atatürk ve arkadaşlarının bize emanet olarak bıraktığı eşsiz bir mirastır.

Kimsenin yurdunda, milletinde, vatanında gözü yoktur.

Tek amacımız var, o da dimdik ve vakarla (ağırbaşlılık, kişinin bulunduğu makamına uygun bir ciddiyet göstermesi, hafif meşrep olmaması, ağırbaşlı olma, temkinli davranma, mevkî ve kişiliğin gereğini hakkı ile koruma) ayakta kalabilmek.

İşte, bunun için mucizevî bir formül beklemekte bizleri!

Sabah Gazetesi'nde 2003'teki bir röportaj: http://arsiv.sabah.com.tr/2005/09/17/cp/gnc109-20050911-102.html.

Türk toplumunun zemini çöktü

Prof.Dr.Kerem Doksat, son dönemlerde artan linç olaylarını değerlendirdi: "Güvenlik en temel ihtiyaç.
Devlete güven kalmayınca herkes kendi hakkını aramaya başlıyor"
.
Trabzon'da bildiri dağıtan gençler, onlara destek vermek için açıklama yapmak isteyenler, bir avukata tecavüz ettiği suçlamasıyla yakalananlar, bıçakla yaralama olayına karışanlar…

İlk bakışta fark edilemeyen ortak noktaları ise "hepsi de linç edilmek istendi" cümlesinde yatıyor…

Türkiye, bir süreden bu yana dozu artan toplumsal şiddeti, linç boyutunda yaşıyor.

Neden ve ne zamandan bu yana "yakaladığımız her suçluyu kendi ellerimizle" cezalandırmak istiyoruz?

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğretim Üyesi ve Türk Ceza Hukuk Derneği Genel Sekreteri Prof.
Dr.Köksal Bayraktar ile İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.
Dr.Kerem Doksat, toplumsal şiddet ve gerilim üzerine konuştu.
Son dönemlerde meydana gelen linç girişimlerindeki artışların siyasî iktidar boşluğuna bağlı olduğunu söyleyen Prof.
Dr.Köksal Bayraktar, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin siyasî iktidarının bu olaylar karşısındaki görüşü, tutumu nedir?
Bunu bilmiyoruz.
Sayın Başbakanımız dedi ki 'bir sorun var'.
Devamı geldi mi?
Ben bir Türk aydını olarak bu çözümün ana hatlarını bekler durumundayım.
Terörle Mücadele Kanunu'nun kimi maddelerinin değişeceği söyleniyor.
Hangi madde, nasıl değişecek?
Hukuk açısından çârelerden biri, gizli olarak hazırlanmaktadır"
.

Türk insanının hukuka olan güvenini kaybettiğini anlatan Bayraktar, "pek çok kişi, cezayı kendisi vermek istiyor, bunu doğru buluyor.

Bu durum 'adalet mekanizması yanlış işliyor, yavaş işliyor, hafif cezalar veriliyor' gibi söylemlere dayanıyor.
Bunları ileri sürüyorlar.
Bu doğru mu?
Yanlış.
Linç, bana göre sosyolojik yönden insanın ilkelliğe dönüşüdür.
Türk insanının sosyal ve kültürel yönden yozlaşmasını, televizyona bağımlı olmasının, bilgisayarla iletişim kurma çabasının sonuçlarından biridir bu"
.

Prof.Dr.Kerem Doksat ise ihtiyaçlar piramidini hatırlatıyor: "Bütün canlıların ihtiyaçları bir hiyerarşi içerisindedir.
Zemin katta güvenlik ihtiyacı bulunur ve bu fizyolojik ihtiyaçları da içerir.
Daha sonra sevgi, saygı ve kendini gerçekleştirme gelir.
Bunu apartmana benzetirsek, zemin katı çökertirseniz, diğer katları havada kalmayacağı için güm diye çöker.
Zeminimiz çöktü"
.

Tüm bunların "bilinçli bir şekilde Batı ve ABD emperyalizmi tarafından" yapıldığını savunan Doksat, şöyle devam ediyor: "Türkiye'de yaşanan, terör yoluyla temel güvenlik duygusunun silinmesi; âidiyet, mensubiyet duygusunun yok edilmesi; Kürt etnisitesinin kaşınması ve merkezî hükûmetlere olan bağlılıklarının kaldırılması ve medyanın köşe yazarlarının da içinde olduğu bir hareketin sürekli olarak beyin yıkaması oldu".

İnsanların gerçekten haklarının korunduğunu bildiği dönemlerde isyan etmeyeceklerini dile getiren Doksat, şu örneği veriyor: "Karakol basmak çok ciddi bir iştir.

O karakoldaki insanlar devletin insanıdır, yapanın canına okurlar.
Ama devlete güveni kalmadıysa, o güvenliği temin edecek insanlara inancı hiçbir şekilde yoksa o zaman kendi hakkını aramaya başlıyor insanlar"
.
"Bu olayların Trabzon'da başlamasının da tesadüf olmadığını düşünüyor Doksat.
"Çok çabuk tepki veren, sormadan önce vuran, devletine bağlı" Karadeniz insanının özellikle seçildiğini öne süren Doksat, şöyle devam ediyor: "Daha önce solcu-sağcı, Alevî- Sünnî çatışması çıkarıldı.
Bunlar tutmadı.

Şimdi de Türk-Kürt çatışması üzerine oynanıyor".

Doksat, konuya "evrimsel psikiyatri" açısından da yaklaşıyor.
Buna göre erkek cinsiyetinin doğası doğuştan antisosyal ve toplumun yüzde 5-8'inde antisosyal tavır bozukluğu görülüyor.
"Sistem sağlamsa, hukuk varsa, bu kişiler büyük ölçüde zapturapt altında tutulur çünkü yapacaklarından ceza alacaklarını bilir" diyen Doksat, çözüm önerilerine geçiyor: "Yeniden temel güven duygusunun ve devlete olan güvenin tesis edilmesi gerekiyor.
Bunu yapmak için bir anda insanları bir gecede eğitimli hâle getirmek, polisin maaşını beş misline çıkarmak mümkün mü?
O zaman geçiş dönemi yaşamak, millî mutabakat sağlamak gerek"
.

Köksal Bayraktar Hoca, hâlen de Prof.Dr.Mehmet Haberal'ın ve fakıyrın da avukatıdır.
Tanıdığım en iyi adam gibi adamlardan biridir.

Tâ o zamandan besbelliydim ve belli kişilerin kafasında da mimliydim ve senelerdir süren "sakıncalı piyâdelik" başıma geldi.

Tâ o zamanlarda dahi, şu söylediklerime yer vermeye çekinmişti Sabah Gazetesi: "Bunun da tek yolu şudur: Derhâl bu hükûmetin istifa etmesi, yerine gerçekten işinin ehli olan, (şimdiki tâbirle) âkıl adamlardan müteşekkil olan, hiçbir şahsî menfaat düşüncesini aklına dahi getirmeyen bir Millî Mutabakat Hükûmeti'nin kurulması şarttır"!

Geniş ufukla, kültürel birikimini vatanı milleti için çırpınan ve 10 yaş daha genç bir psikiyatrın, aynı özellikteki bir hukukçuyla paylaştıklarıydı bunlar…

Bugünler, o günlere iyice benziyor artık; hâttâ vakti geldi, zaman da hızlı akıyor.

Eğer aralarındaki gerçekten suça bulaşmış olan kişiler varsa (ki var), onların yargılanmasını sürdürürken, kalanları hürriyetlerine iâde ederlerse, oradaki çok yıpranmış ama hâlâ vazife için bekleyen entellijensiyanın (entellektüeller ve aydınlar) beyin takımı bu işi kotarır!

Eğer aralarındaki gerçekten suça bulaşmış olan askerler varsa (ki var), onların yargılanmasını sürdürürken, kalanları hürriyetlerine iâde ederlerse, oradaki çok yıpranmış ama hâlâ vazife için bekleyen askeriyenin beyin takımı bu işi kotarır!

Ve bu işi tam bir armoni içerisinde, çektikleri her şeyi bir tabula rasa (beyaz sayfa) üzerine yazarak unutmak pahasına yaparlar.

Mevzûubahis olan vatansa, gerisi teferruattır.

Dilerim öyle olur.

Dilerim ki mutlaka öyle olur…

Bu Aziz Millet bunu hak ediyor.

Ne de güzel olur.

Aşure gibi, tadından yenmez…

İLK KURŞUN

a45UyF587661-201306071042-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

Az korkun, cok umit edin;.
. . . . . .
Az yiyin, cok cigneyin;.
. . . . . .
Az konusun, cok sey ifade edin;.
. . . . . .
Az kizin, cok sevin;.
. . . . . .
Iyi seyler sizindir...

LORD FISCHER
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder